Bu yazımızda enerji ve otomotiv dünyasını saran elektrifikasyonu ve bununla bağlantılı içinde yaşadığımız sektörü ele alalım istedim. Bazıları buna ‘’devir elektriklenme devri’’ de diyor. Otomotiv üreticileri, elektrikli mobilite yarışında zaman kaybetmek istemiyor. Dönüşüm hız kazanıyor. Otomotiv Distribütörleri ve Mobilite Derneği, Türkiye’de elektrikli otomobil satışlarının son 11 ayda geçen seneye göre ikiye katlandığını bildiriyor.
Akaryakıt satan bizlerin düşünmesi gereken bir konu olduğuna şüphe yok!
Etkilenecek miyiz, evet buna hiç kuşku ve kaçış yok.
Çok mu? Evet çok denebilir.
Peki, ne zaman?
Yanıtım; bugünden yarına ve öngörülebilir gelecek içinde, hepimiz zaten gelişmenin farkındayız.
Ne yapacağız?
Bence çok şey yapmalıyız, hazırlanmalıyız, planlar geliştirmeliyiz.
Bilinçli olarak girişilen proaktif değişim çabaları, ancak planlı olarak yapılırsa başarılı olur.
Yüzümüzü gelişmiş ülkelere çevirip ne yaptıklarına da iyi bakmalıyız.
Ünlü Amerikalı iş adamı ve yazar Max de Pree diyor ki; ‘’Çevremizi o kadar değiştirdik ki şimdi çevreye uyabilmek için kendimizi değiştirmemiz lazım.’’
Alternatif enerjinin yakıt sektörüne etkisi giderek daha belirgin hale gelirken önemli markalar yeni araçlarını piyasaya birbiri ardına çıkarıyor. Şarj sağlayan noktaların sayısı da hızla artıyor. Elektrifikasyon büyük başlığı altında, otomotiv sektörü üç çeşit aracı piyasaya sürdü.
Yakıt hücreli (fuel cell) elektrikli araçlar. Hidrojen ile kendi enerjisini yaratarak çalışıyor, buna da FCEV deniyor.
Otomotiv dergilerine baktım. Küçümsenen PHVE’lerin sınıf atladığını belirtiyorlar. Elektrikli araçların her modeliyle geleceğe ciddi göz kırptığını yazmışlar. Elektrikli araçlara binip araç sevenler için değerlendirme yapan jüri şunu demiş;
‘’Hepimiz, damarlarında petrol gezinen gerçek bir ‘petrolhead’ olabiliriz, güçlü dizelin rahat uzun yol karakterini, yüksek devirli benzinin hırçınlığını ve motor sesini çok seviyoruz ama kabul edelim ki, kalbimizin en az bir kapakçığını elektrikli otomobillere kaptırdık.’’
Ayrıca diyorlar ki, elektrikli otomobillerin ‘’sönük, sıkıcı ve hepsi aynı’’ efsanesi artık geçersiz.
Yakıt sektörü olarak şimdi kendimize soralım;
Şarj alt yapısının hızlı geliştiği, yeni nesil araçların menzil artışıyla beraber önceleri macera denilen dönüşümünün kısa süreceği ve fosil yakıtlı araçların yerini hızla bunların alacağını öngörebilir miyiz? Bence kesinlikle öngörmeliyiz.
Kamuoyunda ikna olmamış bir kesimin varlığı da söz konusu.
Elektrikli araçların durduğu yerde ve kaza sırasında yanmasından çok tedirgin olanlar var.
Azor adalarının güneybatısında ve Hollanda kıyılarında otomobil taşıyıcılarının (Felicity Ace ve Fremantle Highway) içinde yangınlar çıkınca elektrikli araçlar mercek altına alınıyor.
Otohaber dergisindeki yazıya göre. Alman Sigortacılar Birliği ve Amerikan Ulusal Ulaşım Güvenli Kurulu pek bu fikirde değil, korkuların temeli yok demiş. İçten yanmalı motorlu araçlarda da benzer düzeyde yanıcı madde kullanıldığından bahsediyorlar.
Ancak elektrikli araç yandığında, yanma süresi ve söndürülmesi için sıradan müdahalenin yeterli olmayacağı, çok daha karmaşık olduğu belirtiliyor. Alev almış elektrikli otomobilin yangını sönmüş gibi görünse de, bir süre karantinada kalmasının gerektiği belirtiliyor.
En yaygın batarya tipi, lityum iyon teknolojisine sahip olanlar. Şimdi, ‘’alev almayan gelecek’’ diye bahsedilen bir gelişmenin yolda olduğu belirtiliyor. Bunun adına; ‘’Solid state battery’’ yani katı hâl bataryaları deniyor. Özelliği, sıvı elektrolit yerine iyon taşıyıcısı görevini bir tür kristal yapıdaki katı seramik malzemenin üstlenmesiymiş.
Çok teknik bir tartışma, daha fazla detaya girmesek iyi olur. İsteyen elbette konuyu araştırabilir.
Netice olarak gidişat belli; elektrikli araçların karayollarımızdaki adedi artacak.
Peki, biz bu ciddi mevzuyu, dağıtım şirketleri, bayileri ve istasyonlar ile nasıl görmeliyiz?
İlk aklıma gelenleri söyleyeyim;
Konuyu bir başka yazıda ele almaya devam edelim, listeyi genişletebiliriz.
Sektörde varım, devam edeceğim diyen şirketlerin bu konuda hazırlık yapacağından, ekipler kurarak stratejik çalışmalara ağırlık vermesini önemli görmekteyiz.
Zaman çabuk geçiyor. Benim çok sevdiğim bir söz var.
‘’Change Management’’
Değişimi yönetmek gerekir.
Ahmet Mert Yılmaz